Uyandım, dinledim. 2 gündür aralıksız yağan yağmur dinmiş.
Birden aklıma Bergman'ın 7.Mühür geldi.
İyi Geceler Ingmar, nerelerdeysen.
Not: Mahkeme kararı ile bu siteye girmek engelendiği için vtunnel üzerinden yazıyorum ve buradan html editor yok olmuş.
O yuzden 7. mühürden sahne burda:
http://www.nytimes.com/imagepages/2007/07/30/arts/30cnd-bergman.2.ready.html
Pazartesi, Ekim 27, 2008
Pazar, Ekim 19, 2008
Bazen

Çocukluğumun güvenilir hissettiğim anlarını nesnelerle bağlayabiliyorum, bazı kitaplar(şeker portakalı, pal sokağı çocukları, pippi uzun çorap...), bir oyuncak (gözü oyulmuş mavi yün elbiseli bebeğim), her gün sütümü içtiğim bardak.
Çocukluğumu tepesinde çete toplantıları yapıp, annemlerle kavga edip kavuğunda ağladığım ağaç ise yetişkinliğimde bile beni güvende hissettirmeyi başarıyor. Her zaman sarıldığımda sapasağlam yerinde.
Siz Louis Vuitton çanta sevenlerden misiniz, sevmeyenlerden mi?

Bu günlerde insanları iki kategoriye ayırmak istiyorum, o çantaları sevenler ve sevmeyenler diye.
Ben en çok ta logolu olanları seviyorum. 1892'de ölen Fransız benim için çok şey ifade eden adamın ilk ve son isminin baş harflerinin çantamın üstünde olmasına bayılıyorum. Bunun bir statü sembolü olduğunu düşünüyorum, çünkü diğer insanlar hiç zorlanmıyolar bu çantaya ne kadar verdiğimi tahmin ederken. Sadece bana benzeyenler takıyor bu çantayı, ya da benim benzemek istediklerim.
Hatırlamayanlar için O logo:
Pazartesi, Ekim 13, 2008
Brokeback Mountain
Pazartesi, Eylül 08, 2008
Günün Şarkısı
Hellboy 2 de Red ve Abe'in sarhoş olup beraber söylediği/dinlediği Barry Manilow'dan " I Can't Smile Without You"
Yandaki playlistin çalışmama riski için: http://view.playlist.com/12097645067
Yandaki playlistin çalışmama riski için: http://view.playlist.com/12097645067
lütfen
Lütfen davulcu bey, gece saat 3 e ceyrek kala penceremin altında serenat yapmayınız, melodi ile de o davul sesi kulaga hoş gelmiyor. Destek ile uyuyorum bu aralar ama bakın o desteği bile geçersiz kıldınız.
Acaba benim de dinimin bir getirisi gece yarıları apartman zillerini basıp basıp kaçmak olsa sizler aynı hoş görüde olur musunuz?
Acaba benim de dinimin bir getirisi gece yarıları apartman zillerini basıp basıp kaçmak olsa sizler aynı hoş görüde olur musunuz?
Pazartesi, Ağustos 04, 2008
particular thoughts on collective actions
I do not like or believe in anything that is needed to be done collectively. I do not understand the need for affiliation and think the concept is overrated. When anything is between more than two people , it loses meaning, it gets simplified.
Çarşamba, Temmuz 30, 2008
Küçük Şeylere Sırtını Dönmek

Umursamamak, çevremdeki herkeste gözlemlediğim bir hal, sadece kendisini doğrudan etkileyecek durumlara bulaşmak, onda da korkak olmak sanırım yine üçüncü dünya ülkesi vatandaşı olmanın ve hep baskı ve maddi korku altında yaşamanın gerektirdiği bir durum. Her an sallantıda bir zeminde yaşayınca daha korkak daha kaypak oluyorsun haliyle. Fakat bu korkaklık, aman bana bulaşmıyorsa ben de ona bulaşmıyayım yaklaşımını bir yaşam stili haline gelince sonuçta olan yine birey olarak insanlığımıza oluyor. Bireylerde toplumu oluşturduğu için, toplumun genel yaklaşımı bu oluyor ve aksini düşünen bir birey varsa da o da toplumun normlarına uymak adına, mizaç olarak çok aykırı değil ise sesini çıkaramıyor. Neye sesler çıkmıyor, haksızlığa çıkmıyor, kendi doğrusunu savunmaya çıkmıyor. Artık boş veren bir insan oluyorsun. Boş verip, yiyen, içen, sıçan, uyumlaşmış toplumun bir bireyi oluyorsun. Ve bunu sorgulamayı unutuyorsun, varını yoğunu kendi rahatın ve kendi çocuklarının rahatı için harcıyorsun, oysa onların büyüyeceği ortamı değiştirmek için hiç bir çaba harcamadığın için onların çok daha zorlanacağının farkına varmıyorsun.
Salı, Temmuz 29, 2008
Harika Bir Börülce Tarifi
Genelde İzmir'de evde tüm yemekler sade yapılırdı, sebzeler haşlanır üstüne zeytinyağı dökülür, etler de ya haşlanır ya da tavada yağsız pişirilir. Bir gün annem standartının dışına çıktı ve birinden duyduğu bir börülce tarifini yaptı, tarifin adı "menderesin börülcesi". Sözde Menderes(Adnan) bu yemeği çok severmiş ve sevgilisi ona bu yemeği yaparmış. Hikaye kısmında doğruluk payı olduğundan süphem olsa da lezzetine kefilim.
Şöyle: Börülceler ayıklanır bir tencerede haşlanır, haşlanmasının bitmesine 10 dakika kala, 3-4 büyücek domates rendelenir, zeytinyağında öldürülür.
Başka bir yerde 4-5 diş sarmısak minik minik doğranarak (ben 8 tane falan koyuyorum), bir kase yogurdun içine karıştırılır.
Haşlanmış börülcelerin suyu süzülür, hemen tabaklara konulur, üstüne sıcak domates sosu konulur ve hemen üstüne sarmısaklı yoğurt konulur.
Mükemmel bir lezzet oluyor.
Şöyle: Börülceler ayıklanır bir tencerede haşlanır, haşlanmasının bitmesine 10 dakika kala, 3-4 büyücek domates rendelenir, zeytinyağında öldürülür.
Başka bir yerde 4-5 diş sarmısak minik minik doğranarak (ben 8 tane falan koyuyorum), bir kase yogurdun içine karıştırılır.
Haşlanmış börülcelerin suyu süzülür, hemen tabaklara konulur, üstüne sıcak domates sosu konulur ve hemen üstüne sarmısaklı yoğurt konulur.
Mükemmel bir lezzet oluyor.
Salı, Haziran 10, 2008
Ananemin Domat Bastı Tarifi
Hatıralarım yemek tatları ile iç içe. Ananemin biz torunları şerefine yaptığı dereotlu kurabiye, annemlerin yapmaya üşendiği ananemin yaptıkça bize yolladığı enginar dolması, teyzemin ankara da ben her hafta ona gittiğimde yaptığı ıslak kek, Alaşehir de amcalara gittiğimizde yediğimiz hep değişik tatlar, annemlerin dayılarına gittiğimizde yapılan puf börekleri hepsi o zamanlarda hissettiklerimle ilişkili sanki.
DOmates bastı, ananemin deyişi ile domat bastı, yazın ananeme yazlığa gittiğimizde mutlaka genellikle sofradan eksik olmayan denizden çıkınca içini serinleten yemek .
Son İzmir'e gidişimde ananemden tarifi aldım.
Bir kilo domates
Yarım avuç pirinç
bir soğan
Bir kaşık zeytinyağı
Bir soğanı rendele, bir kaşık zeytinyağında pembeleşinceye kadar kavur, 1 kilo domatesi rendele aynı karışımın içine at ve yarım avuç pirinci de aynı yere atıver.
20 dakika sonra ocaktan al, soğumasını bekle mükemmel bir yaz yiyeceği oluyor.
DOmates bastı, ananemin deyişi ile domat bastı, yazın ananeme yazlığa gittiğimizde mutlaka genellikle sofradan eksik olmayan denizden çıkınca içini serinleten yemek .
Son İzmir'e gidişimde ananemden tarifi aldım.
Bir kilo domates
Yarım avuç pirinç
bir soğan
Bir kaşık zeytinyağı
Bir soğanı rendele, bir kaşık zeytinyağında pembeleşinceye kadar kavur, 1 kilo domatesi rendele aynı karışımın içine at ve yarım avuç pirinci de aynı yere atıver.
20 dakika sonra ocaktan al, soğumasını bekle mükemmel bir yaz yiyeceği oluyor.
Çarşamba, Mayıs 28, 2008
I hate emoticons
I hate emoticons. I hate those colons, semicolons, p, and parenthesis to express how we are feeling. I find them very annoying. I hate receiving electronic cards, electronic flowers, electronic anything, when I am I expectant (of anything).
However I really enjoy trying out every new application in Facebook. But I just like the application, I do not mean them to mean anything.
However I really enjoy trying out every new application in Facebook. But I just like the application, I do not mean them to mean anything.
Perşembe, Mayıs 22, 2008
Dürtmeyiniz lütfen
Özellikle hava derecesinin vücüdumun derecesinin üstüne çıktığını hissettiğim şu günlerde dolmuşlara binmek taş gibi olmuş sinirlerimi iyice geriyor. Dolmuşlarda elden ele dolaşan paralar ve paraları ileriye şöföre uzatmak için omuzdan para ile kaktırmalar sıcakta hiç çekilmiyor.
Bazen aynı anda sağ ve sol omuzdan farklı basınçlı kaktırmalar olabiliyor, ben hiç bir tepki vermemeyi seçiyorum, arkamdaki kaktırmaya devam ediyor, ben de tepkisiz kalmaya devam ettikçe daha kaktırıyor , bir noktada kırılma oluyor ve parayı başka birine uzatıyor. Acaba dolmuşlarda farklı bir şekilde para ödeme olamaz mı?
kılım değil mi
Bazen aynı anda sağ ve sol omuzdan farklı basınçlı kaktırmalar olabiliyor, ben hiç bir tepki vermemeyi seçiyorum, arkamdaki kaktırmaya devam ediyor, ben de tepkisiz kalmaya devam ettikçe daha kaktırıyor , bir noktada kırılma oluyor ve parayı başka birine uzatıyor. Acaba dolmuşlarda farklı bir şekilde para ödeme olamaz mı?
kılım değil mi
Çarşamba, Mayıs 21, 2008
HASET VE GURUR
Bu öğlen Pera müzesindeki Miro sergisine gittim. Elimde değil hoşlandığım eserler görünce ağlamaya başlıyorum, yine aynı şey oldu. Bir şekilde haset, gurur karışık bir duygu karışımı oluyor. Bunları üretebilen bir insan var olmuş olmasından kaynaklanan bir gurur ve o insanın çevresinde olamamışlığın haseti.
Cuma, Mayıs 16, 2008
An Answer to Self
“Independency in the Occidental Word
Guys bragging to each other about their girlfriend’s independency has been a common incident I have witnessed these days. I have never heard a woman boost about her boyfriend’s independence. I cannot really reason for the difference between the genders. May be the female is more representative of the remains of the human kind, maybe she was more durable against the changes the society imposed on the human. What I know is that the western world is supporting this mutation, raising the younger ones to be proud, strong and independent. The message is given in a subtle way through schools, movies and TV.
I think being independent is the easy way out. Building a society with individuals; who stay an individual with her mother, brother, boyfriend might produce a more efficient world devoid of distraught feelings that might hurt the present smooth run, but definitely takes us to the purgatory some of us anticipate the happening in some future of the following generations.
Choosing to be dependent might be the hardest decision one makes but which has to nevertheless, to be what she is. When the longing, the need to be dependent dies in her I think the “ultimate” reason dies also. However when she chooses dependency she should have the strength to manage the inevitable loss that will come in the form of indifference, betrayal or death. Letting go of our dependence intuitions should never be seen as strength but rather a relinquishment of or humane values. “
Now when I read what I wrote 9 years ago, I see that against my good-willed judgment I more or less embraced individualism and strength. Now I am reaping the consequences.
Strength without the will to crush what is in your way, or without the motivation to climb a human ladder is beginning of a self destruction project.
Your strength becomes a pillar to all those around you. And when that pillar starts to flake, there is a very big chance you cannot even hold yourself up.
When you are strong and independent you are thought to be invincible. If you are or even seem weak, people want to protect and put their arms around you (literally). What I horrifically discovered is weakness is used as a strategy in relationships. Weakness is a glue that holds some relationships. The party who chooses to play the weak card, usually wins. It seems that the feeling of being needed is a very big motivator.
Guys bragging to each other about their girlfriend’s independency has been a common incident I have witnessed these days. I have never heard a woman boost about her boyfriend’s independence. I cannot really reason for the difference between the genders. May be the female is more representative of the remains of the human kind, maybe she was more durable against the changes the society imposed on the human. What I know is that the western world is supporting this mutation, raising the younger ones to be proud, strong and independent. The message is given in a subtle way through schools, movies and TV.
I think being independent is the easy way out. Building a society with individuals; who stay an individual with her mother, brother, boyfriend might produce a more efficient world devoid of distraught feelings that might hurt the present smooth run, but definitely takes us to the purgatory some of us anticipate the happening in some future of the following generations.
Choosing to be dependent might be the hardest decision one makes but which has to nevertheless, to be what she is. When the longing, the need to be dependent dies in her I think the “ultimate” reason dies also. However when she chooses dependency she should have the strength to manage the inevitable loss that will come in the form of indifference, betrayal or death. Letting go of our dependence intuitions should never be seen as strength but rather a relinquishment of or humane values. “
Now when I read what I wrote 9 years ago, I see that against my good-willed judgment I more or less embraced individualism and strength. Now I am reaping the consequences.
Strength without the will to crush what is in your way, or without the motivation to climb a human ladder is beginning of a self destruction project.
Your strength becomes a pillar to all those around you. And when that pillar starts to flake, there is a very big chance you cannot even hold yourself up.
When you are strong and independent you are thought to be invincible. If you are or even seem weak, people want to protect and put their arms around you (literally). What I horrifically discovered is weakness is used as a strategy in relationships. Weakness is a glue that holds some relationships. The party who chooses to play the weak card, usually wins. It seems that the feeling of being needed is a very big motivator.
Perşembe, Mayıs 15, 2008
Öğrendiğim İki Yeni Kelime
Dün iki kelime öğrendim. Biri Almanca “einzelgänger” diğeri Sanskritçe “santosha”.
İkisinin de tam Türkçe karşılığı yok sanırım. Einzelgänger yalnizligi ile tatmin, başkaları ile olmayı sevmeyen gibi bir tercumesi var anladigim kadari ile.
Santosha ise iç tatmini demek, olduğun şu an ile tatmin olmak demek, gelecek ile ilgili arzunun olmaması ve geçmişe bir özenme olmaması, sadece içinde olduğun an ile ilgili huzur tatminiyet duymak.
Bir tanesinden çıkmak istiyorum diğerine girmek istiyorum....
İkisinin de tam Türkçe karşılığı yok sanırım. Einzelgänger yalnizligi ile tatmin, başkaları ile olmayı sevmeyen gibi bir tercumesi var anladigim kadari ile.
Santosha ise iç tatmini demek, olduğun şu an ile tatmin olmak demek, gelecek ile ilgili arzunun olmaması ve geçmişe bir özenme olmaması, sadece içinde olduğun an ile ilgili huzur tatminiyet duymak.
Bir tanesinden çıkmak istiyorum diğerine girmek istiyorum....
Çarşamba, Mayıs 14, 2008
Whatever Echo has done to deserve this?
Narcissus, and Pan both wasted poor Echo. It seems the alleged glass ceiling in place in past and today’s world was existent in Mythology as well. The poor nymphs were usually portrayed as a plaything for Gods or half-Gods or even mortals ( there are very influential nymphs as well , an example are the Muses, who are the mothers for all art forms). Nymphs are of Nature. There are land, wood, water Nymphs. Nymphs are usually portrayed naked since they are embodiment of nature. They are very beautiful. They are feared by humans in their sexuality and preyed upon by other deities. Contrary to mortals beliefs nymphs are actually very virtuous and think highly of their virtue as to go all the way to accept transforming into trees, springs, flowers to escape unwanted sexual advances.
I want to ponder on Echo, the poor who had no other ambition but to be a chatterbox. She was a mountain nymph. Hera could not keep track of her philandering husband Zeus/’s infidelities and chose to blame it on Echo, for keeping her from keeping an eye on her husband. Hera chose to take away from Echo her talks, Echo could only repeat the last words of an other . So when she fell in love with Narcissus, she could not express her feelings by speech, she had to wait for him to speak and then only to repeat what he said, Narcissus shunned her advances. His rejection left a very heart broken Echo, who withered away with her sorrow, and to this day, in mountains, only her voice remains, only repeating what is said.
In other versions Echo was also the love interest of Pan the God of shepherds ( Pan is apparently, also the teacher of masturbation to shepherds according to Dionysius of Sinope. Again according to Diogenes, Hermes invented masturbation and passed it on to Pan, feeling sorry for his unwanted advances towards Echo ). To flee from his advances she again withers away into only a voice.
I want to ponder on Echo, the poor who had no other ambition but to be a chatterbox. She was a mountain nymph. Hera could not keep track of her philandering husband Zeus/’s infidelities and chose to blame it on Echo, for keeping her from keeping an eye on her husband. Hera chose to take away from Echo her talks, Echo could only repeat the last words of an other . So when she fell in love with Narcissus, she could not express her feelings by speech, she had to wait for him to speak and then only to repeat what he said, Narcissus shunned her advances. His rejection left a very heart broken Echo, who withered away with her sorrow, and to this day, in mountains, only her voice remains, only repeating what is said.
In other versions Echo was also the love interest of Pan the God of shepherds ( Pan is apparently, also the teacher of masturbation to shepherds according to Dionysius of Sinope. Again according to Diogenes, Hermes invented masturbation and passed it on to Pan, feeling sorry for his unwanted advances towards Echo ). To flee from his advances she again withers away into only a voice.
Cuma, Mayıs 09, 2008
2 Objects


My poster -L'Homme qui marche by Giacometti
and,
my poster of Madonna by Munch. First I find myself thinking of the posters and then I find myself reminiscing of the 10 years I had them.
Pazartesi, Mayıs 05, 2008
Otelde Yaşamak
Hayatımın sonuna kadar otellerde yaşayabilirim.
Otelde Yaşamak, kişisel eşyalardan, anılardan arınmış bir mekana uyanmak, insana her yeni gününün yeni bir hayat olabileceği umudunu veriyor.
Her günün sonunda odaya geldiğinizde sizin seçmediğiniz yatak örtüleri ile sımsıkı yapılmış yataklar ve banyoya asılmış temiz havlular ertesi gunu hayatınıza tekrar baslama fırsatınız olduğunu hatırlatıyor sanki.
Otelde Yaşamak, kişisel eşyalardan, anılardan arınmış bir mekana uyanmak, insana her yeni gününün yeni bir hayat olabileceği umudunu veriyor.
Her günün sonunda odaya geldiğinizde sizin seçmediğiniz yatak örtüleri ile sımsıkı yapılmış yataklar ve banyoya asılmış temiz havlular ertesi gunu hayatınıza tekrar baslama fırsatınız olduğunu hatırlatıyor sanki.
Pazartesi, Nisan 28, 2008
26-27 Nisan Film Seçkisi
Into the Wild
Sean Penn'in Jon Krauker'ın aynı isimli biyografik kitabından senaryolastirip yönettiği film into the Wild. Chris Mccandless'in kısa hayatının son 2 yılını anlatıyor.
Hikayenin gerçek hayat hikayesini filmin ortasında gittikçe Chris'in hayat enerjisinin, kararlılığının ve insanlar üzerinde yarattığı değişim etkisinin üzerimde kötü bir şeyler olacak hissi yaratması üzerine durdurup internette filmin sonunu araştırdığımda anladım. Chris'in İsa, Christ, gibi portrelenmesinde belki de kendisini bizim için feda edeceğinin simgesi var.
Chris çok genç, çok masum, çok prensipli, akranları arasında çok okumuş, çok başkaldırgan, çok enerjik, Amerika gibi bireylerin kendini istediği gibi ifade etmesine izin veren bir toplumdan çıkmış. Tüm bunları birleşince inandığı şeyle arasında hiç bir şey barındırmıyor. Toplumun bir parçası olmak istemiyorum diyor ve 22 yaşında üniversiteyi bitirdikten sonra kalan tüm parasını bir hayır kurumuna bağışlıyarak, çocukluğunu kötü yaşattıklarına ve hep yanlış mesajlar verdiklerine inandığı ebeveynlerini bırakarak Amerika'yı baştan başa dolaşıyor. Nihai amacı, kuzeye, Alaska'ya , doğa'ya vahşinin içine gitmek. Yolda rastladığı insanları etkileşmesiyle belki de fark etmeden değiştirerek Alaska'ya varıyor. Alaska'da 4 aya yakın tek başına hayatta kalmayı başarıyor. Bunun 2 buçuk ayı isteyerek, fakat artık dönmeye karar verdiğinde yazın eriyen karlarla coşan nehri geçemiyor ve Vahşi'nin içinde mahsur kalıyor. Sonunda açlıktan ölüyor. Film bana Herzog'un The Grizzly Man'i anımsattı. Bu film Grizzly Man'e göre daha kurgusal öğeler içerse bile ikisi de naif insanların anladıklarını, anlayışlı sandıkları Doğa tarafından harcandıklarını görüyoruz. Her iki karakterde de aslında hem naiflik hem de fark etmeden insan'in doğa karşısında üstünlüğüne koşulsuz güvenişleri(aldanışları) var. Chris'in toplumdan ne kadar hoşlanmadığını sürekli ifade ediyor fakat aynı zamanda sürekli günlük tutuyor ve öldüğü güne kadar fotoğraf çekiyor.
No Country for Old Men
Sean Penn'in Jon Krauker'ın aynı isimli biyografik kitabından senaryolastirip yönettiği film into the Wild. Chris Mccandless'in kısa hayatının son 2 yılını anlatıyor.
Hikayenin gerçek hayat hikayesini filmin ortasında gittikçe Chris'in hayat enerjisinin, kararlılığının ve insanlar üzerinde yarattığı değişim etkisinin üzerimde kötü bir şeyler olacak hissi yaratması üzerine durdurup internette filmin sonunu araştırdığımda anladım. Chris'in İsa, Christ, gibi portrelenmesinde belki de kendisini bizim için feda edeceğinin simgesi var.
Chris çok genç, çok masum, çok prensipli, akranları arasında çok okumuş, çok başkaldırgan, çok enerjik, Amerika gibi bireylerin kendini istediği gibi ifade etmesine izin veren bir toplumdan çıkmış. Tüm bunları birleşince inandığı şeyle arasında hiç bir şey barındırmıyor. Toplumun bir parçası olmak istemiyorum diyor ve 22 yaşında üniversiteyi bitirdikten sonra kalan tüm parasını bir hayır kurumuna bağışlıyarak, çocukluğunu kötü yaşattıklarına ve hep yanlış mesajlar verdiklerine inandığı ebeveynlerini bırakarak Amerika'yı baştan başa dolaşıyor. Nihai amacı, kuzeye, Alaska'ya , doğa'ya vahşinin içine gitmek. Yolda rastladığı insanları etkileşmesiyle belki de fark etmeden değiştirerek Alaska'ya varıyor. Alaska'da 4 aya yakın tek başına hayatta kalmayı başarıyor. Bunun 2 buçuk ayı isteyerek, fakat artık dönmeye karar verdiğinde yazın eriyen karlarla coşan nehri geçemiyor ve Vahşi'nin içinde mahsur kalıyor. Sonunda açlıktan ölüyor. Film bana Herzog'un The Grizzly Man'i anımsattı. Bu film Grizzly Man'e göre daha kurgusal öğeler içerse bile ikisi de naif insanların anladıklarını, anlayışlı sandıkları Doğa tarafından harcandıklarını görüyoruz. Her iki karakterde de aslında hem naiflik hem de fark etmeden insan'in doğa karşısında üstünlüğüne koşulsuz güvenişleri(aldanışları) var. Chris'in toplumdan ne kadar hoşlanmadığını sürekli ifade ediyor fakat aynı zamanda sürekli günlük tutuyor ve öldüğü güne kadar fotoğraf çekiyor.
No Country for Old Men
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)