Into the Wild
Sean Penn'in Jon Krauker'ın aynı isimli biyografik kitabından senaryolastirip yönettiği film into the Wild. Chris Mccandless'in kısa hayatının son 2 yılını anlatıyor.
Hikayenin gerçek hayat hikayesini filmin ortasında gittikçe Chris'in hayat enerjisinin, kararlılığının ve insanlar üzerinde yarattığı değişim etkisinin üzerimde kötü bir şeyler olacak hissi yaratması üzerine durdurup internette filmin sonunu araştırdığımda anladım. Chris'in İsa, Christ, gibi portrelenmesinde belki de kendisini bizim için feda edeceğinin simgesi var.
Chris çok genç, çok masum, çok prensipli, akranları arasında çok okumuş, çok başkaldırgan, çok enerjik, Amerika gibi bireylerin kendini istediği gibi ifade etmesine izin veren bir toplumdan çıkmış. Tüm bunları birleşince inandığı şeyle arasında hiç bir şey barındırmıyor. Toplumun bir parçası olmak istemiyorum diyor ve 22 yaşında üniversiteyi bitirdikten sonra kalan tüm parasını bir hayır kurumuna bağışlıyarak, çocukluğunu kötü yaşattıklarına ve hep yanlış mesajlar verdiklerine inandığı ebeveynlerini bırakarak Amerika'yı baştan başa dolaşıyor. Nihai amacı, kuzeye, Alaska'ya , doğa'ya vahşinin içine gitmek. Yolda rastladığı insanları etkileşmesiyle belki de fark etmeden değiştirerek Alaska'ya varıyor. Alaska'da 4 aya yakın tek başına hayatta kalmayı başarıyor. Bunun 2 buçuk ayı isteyerek, fakat artık dönmeye karar verdiğinde yazın eriyen karlarla coşan nehri geçemiyor ve Vahşi'nin içinde mahsur kalıyor. Sonunda açlıktan ölüyor. Film bana Herzog'un The Grizzly Man'i anımsattı. Bu film Grizzly Man'e göre daha kurgusal öğeler içerse bile ikisi de naif insanların anladıklarını, anlayışlı sandıkları Doğa tarafından harcandıklarını görüyoruz. Her iki karakterde de aslında hem naiflik hem de fark etmeden insan'in doğa karşısında üstünlüğüne koşulsuz güvenişleri(aldanışları) var. Chris'in toplumdan ne kadar hoşlanmadığını sürekli ifade ediyor fakat aynı zamanda sürekli günlük tutuyor ve öldüğü güne kadar fotoğraf çekiyor.
No Country for Old Men
1 yorum:
into the wild bence grizzly man'e hic benzemiyor. farkli bir naiflik soz konusu bu filmde. daha cok romantizm diyebiliriz buna.... renoir'in "Boudu sauvé des eaux" isimli filmini seyretmeni oneririm. beni hatirlarsin....
Yorum Gönder