Pazartesi, Temmuz 09, 2012

Haftanın Sanatçısı - Balthus





Balthus, 1908-2001 yılları arasında yaşamış, Polonya asıllı Fransız ressam. Resimleri, özellikle günümüzde rahatsız edici gelebilir, zira küçük kız çocuklar seks objesi olarak portrelenmiş yaftalanabilir. Bana sanki o kızların bir gün olacakları kadınlara ayna tutmuş gibi geldi. Değerlendirmeniz için eserlerinden birkaçını koyuyorum. 
Yakın arkadaşları arasında Giacometti ve Antoine de Saint-Exupery varmış.
Eserleri Picasso dahil ünlü koleksiyonerlerin koleksiyonuna girmiş.
King Of Cats






Guitar Lesson

Therese Dreaming



Haftanın Mitoloji Karakteri - Thanatos

Hypnos'un ikiz erkek kardeşi; Gece ve karanlığın çocuğu.

Ölüm iblisi/meleği denilebilir. Pskoloji'de insanların ölüm arzusuna denir (yaşama içgüdüsüne ise Eros), risk olduğunu bile bile hızlı gitmek, paraşütle atlamak, vs gibi...

Thanatos'un ölüm dokuşunun yumuşak ve acısız olduğu söylenir.

Çarşamba, Haziran 20, 2012

AYI mı OYNUYOR?


Işık bir zamanlar otobuslerde sigara içiliyordu değil mi diye sorunca; farkettim ki çocukluğum, ergenliğim ve gençliğimden beri değişen çok şey olmuş. Örneğin artık herkes elinde kahve kapları ile dolaşıyor, sokakta birbirinden farklı giyinmiş, birbirinin kopyası olmayan aynı yaş grubundan insanlar görebiliyoruz. Oysa biz hepimiz bir örnek giyinmeye çalışırdık, aynı ilkokul ve lise formalarımız gibi haftasonu kıyafetlerimiz ile de birbirimize benzeme çabası içindeydik.

İzmir’de ben küçükken sokağa çıktığımda ayı oynatıcıları ve ayılarını gördüğüm çok olmuştu. Genelde bir ellerinde bir ucu ayının burnuna bağlı bir zincir, diğer ellerinde ise bir tef ve sopa olurdu. Kalabalık bir yere geldiklerinde ayı oynatıcısı durur, bir eli ile ayının ipini yukarı çeker, diğeri ile ise elindeki tefi sallardı. Ayı da iki ayaklarının üzerinde zavallı zavallı  sallanırdı.  Genelde çevrelerinde hatırı sayılır bir kalabalık birikirdi. Ayının performansı bittikten 3-5 dakika sonra, ayı oynatıcısı tarafından tef dolaştırılır ve para toplatılırdı.

Annem küçük kafama ayıların böyle yapabilmesi için yaşatıldıklarını doldurduğu için ben genelde dehşetle bakardım yanından geçerken bu performansın.

Farkına vardım ki, çoook uzun zamandır sokakta ayı görmedim. Gördüm ki bunun için WSPA (World Society for the Protection of Animals)'den Peter Henderson'a teşekkür edilmesi gerekiyor. Kendisi Balkanlar, Türkiye, Hindistan ve Pakistan'daki ayı oynatıcılığının (Pakistan'da ayrıca köpek-ayı dövüşü oyunları varmış)sonlandırılması için 1990'ların başından beri aktif çalışıyor.1993-1998 arası Türkiye'de çalışarak ülkemizde ayı oyantıcılığının kalkmasını başarmış.

Annemin küçükken aktardıklarını okuduklarım ile de destekleyerek oynayan ayıların nasıl oynatılmaya eğitildiğini özetleyeyim . Genelde ayılar çok küçükken annelerinden ayırtılıyorlar (ya kaçırılarak ya da anneleri öldürülerek) burun veya ağız çevresinden zincir geçiriliyor (bunlar genelde kapanmayan yaralara sebep oluyorlar.). Zinciri yukarı çektiğinde ayının canı yandığı için dans ediyor gibi hareketler yapıyor. Dişleri ve tırnakları sökülüyor. Ayı oynatıcıların gelir kaynağını ve gelirini düşünürsek ayı beslenmesine çok uygun bir şekilde büyümediklerini de tahmin etmek zor değil .Annem dans etmelerini sağlamak için altlarında ateş yaktıklarından bahsetmişti ama öyle bir bulguya rastlamadım.

Ayı dans ettitrme geleneği görülüyor ki Avrupa'da da 15. yy'a kadar çok populermiş. Hatta Bern şehrinin mühürü 1224 de dans eden bir ayıymış. (emin değilim sadece bir kaç kaynak yazıyordu bulamadım resmini)

Yukarıdaki resim bir ortaçağ resimli kitabından alıntı (book of hours), vahşice bir adamın dans eden bir aynın önünde diz çökmesini tasvir ediyor.

90'lı yıllarda doğan Türk çocuklarının ayı dansını görmemesi sevindirici, teşekkür edeceğimiz Peter Henderson olsa bile (yabancı olmasına şaşırmasam bile az da olsa incindim)..

Salı, Haziran 19, 2012

Süperstar (galba)

Ayılar ile ilgili ortaçağ resimli kitaplarını tararken, yine küçüklüğüm aklıma geldi.

Bizim eve Hürriyet girerdi, benim her sabah baktığım ilk şey Hürriyet'in eki Kelebek'in en arkasındaki fotoromanlardı. Bunlar genelde bir sayfada 4-8 fotoğrafın bulunduğu her fotoğrafın yanında da fotoğraftaki karakterin düşünceleri ya da sözleri yazılı oldugu hikayelerdi.

Aklımda kalan Ajda ve Ekrem Bora'nın SüperStar (isminden tam emin degilim) fotoromanı, Ajda kendi gibi biriydi, yani çok ünlü bir şarkıcı. Çok ünlüydü ama hiç mutlu değildi, geceleri uyku sorunu vardı (böyle bir sorun olduğunu bu fotoroman sayesinde öğrenmiştim)
Fotoromanla ilgili tek hatirladigim bir gece ikisinin yataga girmesi ( dev boyutta yatakta fotolar) ve ilk defa superstarimizin uyuyabilmesi. Hastaliginin caresi Ekrem'mis yani.
Bir de Ekrem Bora' yi yasli bulmustum sanirim superstar icin.
Kac yil devam etti bu formatta gazete eki yayinlamak hatirlamiyorum.

Salı, Mayıs 08, 2012

This is NOT ..

This is not a love letter
This is not a hate letter
This is not an acceptance letter
Since we are no longer seeing each other, this is not a reproach
This is just an acknowledgment
An acknowledgement that there may be losses besides death
Death is personal but ubiquitous and every man's failure
Loss without death is a private failure which can turn into a private hell if one does not take care

Çarşamba, Mayıs 02, 2012

Haftanın Kelimesi -- Ouroboros


1990 ların sonunda Millenium dizisinini epey heyecan ve keyifle seyrederdim. Eski FBI ajanı Frank Black, Millenium Grubu (enteresan bir gruptu: kuruluşu İsa zamanlarına dayanıyordu sanırım ve 2000 yılında bir şeyi ya tetiklemeye ya da engellemeye çalışıyorlardi) için çalışıyordu, işi suçlu profillerini çözmekti (onların kafasının içine girerek). Bu dizinin giriş jenereğinde kendi kuyruğunu yiyen bir yılan vardı; bu şekil Millenium Grubunun da simgesiydi. 

İşte bu simgenin adı Ouroboros. Kelimenin orijini eski Yunancadan geliyor, Oura ; kuyruk, boros ise yemek demek. Eski Mısırda (Tutankhamun’ın mezarında bulunan ama deşifre edilemeyen Book Of Netherland’de Ouroboros çizimlerine rastlanmış), Eski Yunanda, Çinde, Azteklerde , bilinen tüm eski kültürlerin tarihinde bu figüre rastlanıyor. Din, mitoloji, simya, felsefe (Plato ilk var olanın kendisiyle beslenen yuvarlak sadece yuvarlanarak ilerleyen bir canlı olduğunu betimlemiş-Timaeus),  pskiyatri dallarında simge, hayat dögüsünü, sonsuzluğu, ölümsüzlüğü, ilk varlığı ifade ediyor.

Perşembe, Nisan 19, 2012

Evde Film Festivali 2012 Kis- Bahar

12 yildir Istanbul'da yasiyorum ama 10 yildir  Istanbul'daki film festivallerine gitmiyorum, kendim sekilci olmak adina  Istanbul festival seyircisini cok sekilci buluyorum ve sinemanin icindeki havadan rahatsiz oluyorum. Festivaldeki seyircide hirsli bir hava sezinliyorum ve bu beni urkutuyor. Zira guncel filmlerden geri kalmak ta hosuma gitmiyor, o yuzden arada dunyadaki festivallerinden filmleri secerek kendi evimde film festivali yapiyorum.

Asagidaki filmler 2012 yili  ev festivalimden:

The Descendants: W(7), V(7)
Alexandre Payne'in Sideways'den sonra yazip ve yonettigi ikinci film. Clooney'nin karakteri, Matt, arasinin sogukca oldugu karisinin bir kaza sonrasi komaya girmesi sonucu, iki kizi ile  basbasa kaliyor. Iki kizi, karisinin ailesi, karisinin arkadaslari, karisinin iliskisi oldugunu ogrendigi adam, adamin karisi, kendisi, hepsinin karisi hakkinda farkli dusunceleri ve hisleri var. Kadin orada tuplere baglanmis yatarken; geriye kalanlar, kendisinin yoklugunda devam edebilmek icin baglarini tekrar kuruyorlar. Matt kizlari ile iliskisini bastan kurmak ile kalmiyor, is ile ilgili aldigi tum kararlari da gozden geciriyor. Filmin melodramatik olabilecek bir konuyu hafif islemesi cok hosuma gitti . Hafif ama bayagi degil.

The Artist: W(6), V(3)

Sessiz film yapmak demek:tek boyutlu, karikaturize karakterler ile basit bir hikayeyi cekmek olmasa gerek.

Project Nim: W(8), v(7)
Insanlar olarak kendimizi fark ettigimizden beri diger hayvanlarin icine sicmisiz sanirim. Project Nim, Columbia Universitesinde 1970'lerde davranis pskolojisi hocasi olan Herbert Terrace'in Allah kompleksi sonucu ortaya cikiyor. Terrace bir sempanze bebeginin insan ailesi ortaminda yetisirse, insanlar gibi, isaret dili ile anlasabilecegini dusunuyor ve eski bir kiz ogrencisini bu is icin tutuyor. Nim adini verilen sempanze bir kac haftalikken annesinden ayrildirilip Stephanie Lafarge'in kalabalik ailesine evlatlik olarak veriliyor. Sonrasi insanlik icin bir utanc. Nim , insan olmayi basaramayinca tum sevenleri tarafindan terk ediliyor.


Take Shelter: W(6), V(7)
Karisini ve cocugunu cok seven Curtis, geceleri kiyamet ruyalari gormeye baslar, benzer ruyalar gunduzleri uyanikken de tekrar etmeye baslayinca, ailesi dahil herkesin dislamasini goze alarak, gelecek kiyametten ailesini korumak icin arka bahcesinde bir korunak yapmaya basliyor. Bir yandan da sizofren annesine benzemeken korktugu icin pskiyatriste de gozukuyor. Filmin birbirinden farkli iki finali var.  
Miss Bala: W(6), V(6)
Tijuana, Meksika'da guzellik kralicesi olmaya calisirken, yanlis zamanda, yanlis mekanda, yanlis insanlarin yakininda bulundugundan dolayi, Laura, polis&devlet&suclularin birbirine karismis cizgileri arasinda ayakta durmayi basarabiliyor.

Guilty (presume coupable): W(6), V(7)

Film Alain Marécaux'nun gercek hikayesini anlatiyor. 2001'de gece yarisi polisler tarafindan uyandirilan Alain ve karisi cocuk tacizinden tutuklaniyorlar. Kendilerinin de 3 tane cocugu var. Cocuklar farkli bakici ailelere veriliyor. Alain ve karisi suclamalari red ediyor. Onlar ile birlikte 18 kisi daha suclaniyor. Hukuk sisteminin curumuslugunden; daha dogrusu, savcilarin ve yargiclarin hirsindan, avukatlarin beceriksizliginden gercegin ortaya cikmasi maalesef 4 seneyi buluyor. Marécaux'yu canlandiran aktor PhilippeTorreton muhtesem.

Baby Call: W(5), V(6)

Tacizci kocasindan kacan Anna 8 yasindaki oglu ile sosyal gorevliler nezaretinde kocasindan uzak bir apartmana tasiniyor. Oglunu okula bile yollamaya korkan Anna ile bir video dukkaninda calisan Helge ile cekingen bir arkadaslik kurar. Yatalak annesi ile kendi sorunlari olan Helge, Anna ve oglunun iliskisinde bir tuhaflik sezer ama son gec dakikaya kadar tuhafligi cozemez.
Film beni cok rahatsiz etti, Anna'nin caresizligi ic parcaliyici.


Detachment: W(2), V(2)

Zirva, zirva, zirva. 45 dakika sonra dayanamadim kapadim. Sanirim Adrian Brody'nin oynadigi hic bir filmi bir daha seyredemeyecegim.





A Happy Event (Un heureux événement): W(5), V(4)
Cok asik olan genc cift, asklarinin meyvasi olarak bir bebek yapmaya karar veriphamile kaliyorlar. Ama bu meyva tatli bir meyva olmuyor maalesef. Ne hamilelik sureci ne de dogum sonrasi ikisinin de hayal ettigi gibi olmuyor.  Film komikve sirin basliyip sonra ciddilesiyor, ama gecisleri ve ciddi olmayi cok becerememis.

Beloved (Les bien-aimes): W(1), V(1)
Konusu da, sarkilari da beni cok sikan bir muzikal. 25. dakikadan sonra kapadim.







Guilty of Romance(Koi no tsumi): W(6), V(5)
Unlu bir yazarin uysal karisi, kendini yavasca seksuel fantazilerine birakiyor. Tanistigi insanlar sayesinde gunduz orospuluk, aksamlari kocasinin tatli karisi oluyor. Kendisine ornek model olarak aldigi kadin ile kaderlerinin tanismalarindan cok daha once kesistigini biz de Miki ile ayni anda
ogreniyoruz.




The Intouchables: W(8), V(7)

Gercek hayattan  bir dostluk hikayesi.  Boyundan asagisi sakat olan aristokrat Philippe, kendisine bakici olarak Sudanli hapisten yeni cikmis Driss'i tutuyor. Her iki adam da birbirine iyi geliyor, hayatlarini birbirleri sayesinde cesurce sekillendiriyorlar. Uzun zamandir bir filmde bu kadar eglenmemistim (konusu itibari ile olamaz gibi geliyor ama oldu)

Hysteria: W (8), V(5)
Vibratorun icatcisi ve o zamanlar hakkinda bir film. Cok eglenceli. Ornegin viktorien Ingilteresinde huysuz sikkin kadinlarin, histeri tanisi ile pskiyatlara gittigini ve doktorlarin uyguladigi tedavinin masturbasyon oldugunu biliyor muydunuz, ben bilmiyordum. Histerisi tedavi edilemeyen kadinlara  rahim alimi uygulaniyormus.




Bir Zamanlar Anadolu'da: W(6), V(8)

Bir zamanlar Anadolu'da seyretmesi zor bir film, ozellilkle ilk yarida polis, savci ve suclularin karanlikta bir ceset pesinde o tarla bu tarla gitmelerini sabirla seyretmek gerekiyor. Gorseller her NBC filmi gibi muhtesem. Bu filmde begendigim her karakterin filmin basindan sonuna kadar izledigimiz gelisimi ve degisimi. Kesinlikle 150 dakikaya degiyor.





Kiseki (I Wish): W(8),V(6)
Kucukken Erich Kastner'in Lisa ve Lotte adli kitabini okuyup, cocuklarin anne ve babalarini degistirebileceklerini dusunup , icime umit dusup,  planlar yapmaya baslamistim. Hayir hicbir planimda basarili olamamistim. I wish'de de iki kardes var, buyuk abi annesi ve annesinin ailesi ile, kucuk kardes ise muzisyen babasi ile kaliyor. Buyuk abinin amaci aileyi bir araya getirmek.Iki hizli trenin birbirleri ile karsilastigi noktada dilek tutarsan gerceklesecegi ile ilgili bir soylenti duyuyor ve arkadaslarinin ve dedesinin yardimi ile 8 cocuk bir gunluk bir macera yasiyorlar. 8 cocugun da her birinin ayri bir dilegi var. Tum filmi gulumseyerek seyrettim.
Sibir Monamur: W(6), V(7)
Filmde iki paralel hikaye, filmin ortasinda ve sonunda kesisiyor.  Leshia, sakat dedesi ile Sibirya'nin terkedilmis bir koyunde yasiyor.  Kis gelmek uzere, kasabadaki akrabalarinin onlara yemek getirmelerine muhtaclar. Kasabadaki akrabalarin kendi ailesel sorunlari var. Bu sirada ustlerine orospu bulmakla sorumlu iki asker de gorevlerini tamamlayip, uslerine geri donuyor. Iste bu iki hikaye cakisiyor. Film, insanlik, bencillik, dogru, yanlis, din, ettigini bulma temalari uzerine kurulu, ama bunu gozunun icine sokup yapmiyor.

Shake Hands With The Devil: W(7), V(6)

Rwanda'daki katliamin o sirada Rwanda'da barisi korumakla yukumlu olan Birlesmis Milletler Temsilcisi General Romeo Dallaire'in gozunden kalbinden anlatiyor. Katliamlarda olen binlerce yuz binlerce insana degl, bu katliami engellemek icin elinden bir sey gelmeyen surekli burokrasiye takilan Dallaire'e uzulup sikilmamiz icin yapilmis sanki film. O yuzden icime sinerek begendim diyemiyorum.



King of Devils Island(Kongen av Bastoy)
: W(6), V(8)

Film 1915'te Bastoy'da gecen gercek olaylar uzerine kurgulanmis. Bastoy, Oslo fiordlarinda kucuk bir adacik. Bu adada oglan cocuklari icin bir islahevi var. Islahevinin basindaki yetiskinler, pedofil bir mudur yardimcisi, dindar gozuken ama islahevine ayrilan paralari yiyen bir mudur ve sefkatten yoksun diger buyukler. Sineklerin Efendisinden farkli olarak burada cocuklar birbirlerine acimasiz degil, aksine birbirlerinin duvarlarilar.Film adaya yeni iki cocugun gelmesi ile basliyor, biri celimsiz urkek bakisli, pedofil mudur yardimcisinin yeni gozdesi olan C5 , digeri mudurun bastan bela olarak gordugu asi C19. C5'in intihari ve C19'un basasiriz kacma girisimi ile tetiklenen olaylar, adaya anakaradan 150 askerin mudahalesi ile son buluyor. Filmin sonunda ise umut yok.
Faust: W(2), V(7)
140 dakikalik Faust'u seyretmem yaklasik iki gunumu aldi. Zira seyretmesi cok zor bir film. En azindan benim icin oyleydi. Uzerinden bir gun gecmesine ragmen hala filmi dusunuyorum. Sokurov'un dortlemesinin sonuncusuymus, diger ucunu seyretmedigim icin, dortlemeye butunsel olarak bakamiyorum.
Faust Goethe'nin ayni adli oyunun adaptasyonu. Hikayedeki ana karakterlere sadik kalinsa bile hikayenin akisi tam kitaptaki gibi degil. Ayni oyunu okurken oldugu gibi yine Almanca bilmek istedim, sanki Bruegel tablolari sinema ekranindan kayarken anlanmasi gereken Almanca metinler alttaki altyazilar degil. Filmde Margaret'in kendisi ve kendi ic hesaplasmasina biraz daha girilmesini tercih ederdim, sanki kadin oldugu icin karakter Vermeer portresinde kalmis ve icini goremiyoruz.

Headhunters (Hodejegerne): W(7), V(6)
Ne kadar cok Norvec filmi seyretmisim. Headhunters, esas isi sanat hirsizligi olan Roger, gostermelik isi olarak da kafa avcisi firmasinda ortak olarak calismaktadir. Bir sonraki belki de en buyuk hirsizligi olacak iste, yutabileceginden daha buyuk bir lokmayi isirmaya kalktigini gec anliyor. Keyifli bir macera filmi, sonundaki gereksiz ask sahnelerini saymazsak.

Çarşamba, Nisan 18, 2012

AH SU SUSLU ERKEKLER!

Sokurov'un Goethe adaptasyonu Faust'u biraz zorlayarak da olsa seyrederken, daha once fark etmedigim bir sey fark ettim. tirnaklari boyamak; ayni yuzu boyamak, topuklu ayakkabi giymek gibi ilk erkekler arasinda yaygin bir seymis. Insan erkeginin de ayni hayvandaslari gibi daha suslu cinsiyet olmasina sasirmamak gerek. Belki sasirilmasi gereken gunumuzde suslu cinsiyetin degismesi. 

Tirnak boyama tarihcesine bakarsak :

MO 3200- 4000 civarinda Babilli'lerin hem manikur yaptigi hem de tirnaklari boyadigi kazilarda bulunan manikur seti ile belirlenmis.

MO 3000 lerde Cinlilerde kirmizi ve siyaha tirnaklari boyamak makbulmus, tirnak boya renginden sosyal statun de anlasiliyormus. (eger sosyal statununun elvermedigi renge boyamaya kalkarsan tirnaklarini cezalandiriliyormussun)

Ayni donemde Misir'da Kleopatra ve Nefertiti (evet kadinlar )tirnaklarini kirmizi tonlarina boyarlarmis

Daha yakin tarihte(MS 1500) Incalar, tirnaklarini sekillerle suslerlermis.

19. yy dan sonra ise bati dunyasinda kadinlar arasinda (ilk once hafif! kadinlara atfedilse de ) yayginlasmis.

Pazar, Nisan 01, 2012

Haftanin Baligi: Fener Baligi

Doktorum bir sureligine icinde civa bulunma ihtimali olan baliklari yememi yasakladi. Civa , kirlenen denizlerde civali yosunlari yiyen baliklardan, ve onlari yiyen diger baliklar da oluyormus. Baliklar civalari vucutlarindan atamadiklari icin onlari yiyen bizler de civadan nasibimizi aliyoruz. Uzun sureli yasayan baliklarda civa birikimi daha fazla oluyor.

 Sonucta gecen gun balikcida Fener Kavurma vardi ve yemedim. Fener Baligini Izmir'den hic bilmedigim icin nasil bir balik oldugunu, sadece tipini balikci buzluklarindan biliyorum, merak ettim. Fener Baligi (Lophius Budegassa), Fener ismini kafasinin uzerindeki antenden aliyor, simbiotik olarak beraber yasadigi bakteriler, antenin ucunu bir fener gibi aydinlatiyor. Parlayan antenini agzinin tam onunde sallayan Fener Baligi, karanlik sularda isiga yuzen balik ve diger canlilari guclu cenesi ile kavrayip yutuveriyor. Yemek bulmak icin caba harcamasina gerek kalmiyor yani,  bekle sana gelsinler takdigi ile besleniyor. Lophius Budegassa, Lophius ailesinden, bu baliklar derin sularda yasiyor ve ailenin bazi soylarinin cok degisik ureme yontemleri var. Disilerinden 40 kata kadar kucuk olabilen erkekler, disinin salgiladiklari feromonlarin pesinden giderler ve disiye vardiklarinda, kelimenin tam anlami ile disilere kancayi takarlar. Zaman icinde kendi ic organlarini kaybederler ve tamamen disiden beslenmeye baslarlar. Sadece gerektiginde sperm ureten disinin vucunda bir eklenti olurlar.  Asagidaki youtube videosu konuyu cok guzel ozetlemis.


Not: Pullari olmadigi icin kosher degilmis

Cumartesi, Mart 31, 2012

Unlu Olmak Istiyorum

1968 yılında Warhol, "gelecekte herkes 15 dakikalığına dünya çapında ünlü olacak" dediğinde bu lafının 33 yıl ardından (15 dakika- 2001 filmi) lafinin bir filme baslik olacagini tahmin etmemiştir.
                                                                                               
Unlu olmak taninmayanlar tarafindan begenilmek takdir edilmek, en basitinden bilinmek cogu insanin arzusu. Sabah uyanip ne giyecegini dusunurken bile insan baskalarinin gozunden hayal eder kendini. Her takilan taki, boyna baglanan esarp bir oteki tarafindan begenilme arzusunu sondurebilmek icin; bu oteki asik olunan kisi ya da arzu objesi degil; herhangi kisiler ve mumkunse daha fazla ya da az ama daha onemli bulunan kisiler.

Simdi sosyal medya ile tanidigimiz tanimadigimiz herkes ile iletisim icinde olmak 1968'den cok daha kolay. Twitter'da bir deney yaptim; kendime yalan bir kimlik yaratip,  iki kere gunaydin dedim ve ucunce kere ise  #takipedeni takip ederim dedim. 2 hafta icinde 150 takipcim olmustu, tabii ki her takip edeni geri takip ettim. 150 kisi artik benim her yazdigimi okuyacak, 150 kisilik unlu oldum. (ayni deneyi kendi ismimle de yapabilirdim ama benzer endiselerle kendime yediremedim). Facebook'tan farkli olarak bunlar yakin ya da uzak cevrem degil, adlarini bile bilmedigim kisilerdi. Taninmak bu kadar kolay olduktan sonra arzulanan ne olacak, daha fazla begenenin olmasi mi, daha farkli olmak mi?

Kafam karisik bu konuda

Pazar, Mart 04, 2012

Kurk Ciftlikleri

Danimarka'da sokaklarda yururken cok sasirdim, cogu Danimarkali erkek ya da kadin kurk giymekten kacinmamisti. Benim bildigim gunumuzde batili gelismis ulkelerde kurk giymek tabuyken, Danimarka'da sokaktaki adam bundan haberdar degil gibiydi.

Sonrasinda ogrendim ki, Danimarka dunyadaki onde giden kurk ureticilerinden biriymis, Mink kurklerinin %40'i Danimarka'daki ciftiklerden geliyormus.

Ve evet yine dusunmemistim, ama kurkler de ayni hayvan yiyeceklerimiz gibi ciftliklerden geliyormus. Tilkiler, minkler hepsi ayni tavuk ciftliklerindeki gibi ust uste yetistirilip, daha sonra ulkesine bagli olarak degisik insani metotlarla olduruluyorlarmis, ornegin Amerika'da tilkinin agzina ve anusune mandal takip elektrikle, mink gibi kucuk hayvanlarin ise genelde boynunu kirarak (tavuk ciftliklerinde bir onceki adimda elektrikle bayiltilan tavuklarin kafasi kesiliyor), bazi hayvanlar ise karbon monoksit gazi ile olduruluyormus.

Kurk ciftciliginin yasakli oldugu yegane ulkeler Avusturya, Hirvatistan ve Ingiltere. Amerika'da da yasaklansin diye turlu lobi calismalari var, ama simdiye kadar basarili olduklari tek sey kedi/kopek kurku alis ve satisinin yasaklanmasiymis. Kedi/kopek insanlara eslik/dostluk yaptiklari icin ayricalikli bir kanun kapmayi becermisler.

Tilki Kurk bir palto yapmak icin 24 tilki oldurulebiliyor, Mink palto icin ise 65 mink oldurulebiliyor.

Acikcasi ben sade kurk e karsi cikmayi birazcicik iki yuzlu buluyorum. Hic duraksamadan, balik yerken, kuzu/koyun, dana, domuz, tavuk eti yerken, kurk giymiyorum demek epey kolay geliyor. Kus tuyu yastiklara, paltolara, yorganlara ne demeli, 2009 da cekilen bir Isvec belgeseline gore bu tuylerin %90 i , sadece bu is icin yine ciftliklerde yetistirilen kuslardan geliyor.

Insanlar ayni zamanlarda etlerini yedikleri hayvanlarin kurklerini tuylerini soguk kosullarda isinmak icin kullanmaya baslamislar, doganin kanunu- hayatta kalmak icin ne lazimsa onu yapacaksin. Ama zaman icinde insanlar gelisti, isinacak kiyafetleri hayvan oldurmeden yapabiliyorlar, dolayisi ile kurke luks giyim disinda ihtiyac kalmadi. Ayni sekilde hayvan eti yemeyi keserek, vegan bir hayat stili secerek de hayatta kalacak besinlerimizi alabiliriz. Bunlardan biri daha kolay gelse de digeri bizlere daha zor geliyor sanirim.

Cuma, Mart 02, 2012

Haftanin Sarkisi

Black Mirror Sezon 1, ikinci bolumden parca: Anyone who knows what love is will understand



Bu da orjinali


Pazar, Şubat 26, 2012

Haftanin Kopegi - PERITAS

Buyuk Iskender kopegi Peritas’a o kadar deger veriyormus ki, kopegi oldukten sonra onun adini bir sehre vermis.

Yukaridaki fotograf, MO 600′lerde Asur Krali  Ashurpanipal ve kopeginin aslan avina ciktiklarini betimleyen bir kabartmanin fotografi. Bu kopek soyunun artik tukenmis olan Molossus oldugu soyleniyor, bugunku Mastiff’lerin atasi, antik caglarda bu kopek savaslarda, avlarda hep insanlarin yanindaymis.
Bu kopekler, aslanlarla, kaplanlarla, hatta fillerle cikabilecek guctelermis.(Pliny, VIII.149-150)

Arnavut Krali’nin hediye ettigi kopegi aslan ve fille kapistiran Iskender, her iki hayvana karsi da
kopegin galip oldugunu tecrube etmis.

Internette Iskender’in kopegi Peritas’in Gaugemala savasinda  bir filin alt dudagini isirarak Iskender’in hayatini kurtardigi ile ilgili bir suru yazi var. Fakat konu cok sempatik olsa da bununla ilgili herhangi bir tarihi kaynaktan bir alinti bulamadim.

Salı, Şubat 21, 2012

Cumartesi, Şubat 18, 2012

Gec bir Gezi Yazisi - Belize

Ucaktan indim, kucucuk bir havaalanı, ucaktan merdivenlerden inip yuruyerek cikisa gidiyorsun, bagaja birsey vermedigim icin hemen ciktim. Ilk goremedim ama sonra elinde Susen Musal yazan adami gordum. Megersem iki tane Susen Musal yazan kagitli adam varmis, tur sirketi yanlis planlama yapmis. Neyse ben Angel'in arabasina bindim, Angel acaip cenebazdi, ulkenin tum tarihcesini anlatti, bu sirada yolda goletler, goletlerin icinde niluferler, rengarenk kucuk evler, ucusan kelebekler ve rengarenk kuslar vardi. Belize 1981 de Ingilizler'den ozgurlugunu almis, Orta Amerika'da Ingilizce konusulan tek ulke. Halkin cogunlugu Creol konusuyor; Creol yarim yamalak Ingilizceymis (broken english). Ispanyolca'da konusuluyor. 1950'lerde Cinliler gelmis, yerlesmisler ve geri donmemisler, simdi supermarketlerin neredeyse hepsi Cinliler tarafindan isletiliyor ve kucuk bakkallar hep kapanmak zorunda kalmis yillar icinde. Taiwan ile ozel iliskileri varmis Taiwanlilar Belizelilere ziraat ogretiyormus. Zenciler kole olarak gelmis onlar da kalmis, cok az Ispanyol nufus da var, onlar da baska Orta Amerika ulkelerinden gelmisler. Kendi ulkelerinden kacan Amishler ve Menonitelar var, tum bu irklarin/toplulularin kendi okulu var ve egitimleri kendi tercihlerine gore. Nufusun cogunlugu Maya orijinli. Her 500 m de bir okul var. Toplam nufus 300 binmis, Guatemala ise 13 milyon sanirim. Guatemala ile aralari pek kotu . Iki hafta once belize in ilk basbakani olmus, george price.
Belize in Keys dedikleri (ayni Florida gibi) adalari da varmis, en unlusu de San Pedro (lA isla bonita san pedro)
Yolda zipline yapmak icin durduk, kimse yoktu, Angel da yapmak istedi ilk o yapti sonra ben, zipline tahminimden cok daha zevkliydi 7 platform vardi, hepsinin uzunlugu parabolitesi ve yuksekligi farkliydi, zipline yaparken agaclarda bir kac maymun gordum. Korkmadim dersem yalan olur, zipline yaparken degil de her platformda celik halatlara tekrar baglanirken, acaip ucta duruyorsun, ve adamin seni baglamasi icin zipliyorsun (benimher seferinde 2-3 kere ziplamam gerekti korktugum icin azicik zipliyordum) sonra baglandiktan sonra kendini celik halatin ustunde saliveriyorsun. gercekten zevkli.
Aksamustu Blackrock Lodge a geldik, epey tepede ormanin icinde, benim kabinim nehir manzaraliydi, balkonunda hamak vardi, biraz hamakta kitap okumaya calistim, cok kolay olmadi cunku ilac sikmayi akil etmedim ustume, ve 2 sayfanin sonunda, sanki yuz sinege yem olmusum gibi hissettim, sonra bara gidip birseyler ictim ve yedim( Sinek kovucunun dortte birini ustume sikarak)
Bar ve restoran kisminda elektrik yakmiyorlar aydinlatma mumla. Yemek yerken de diger kisilerle kaynasmak zorundasin, bana cok zor olmadi zaten ilk gece 3 cift vardi. Onlar konustu ben dinledim. Menajer Jesse diye Bostonlu bir Amerikali, duzgun birine benziyor.
Ertesi gun Tikal'a ciftlerden biri ile gittim, Shannon ve Thomas. Alabama'da yasayan bir cift, ikinci cocuklari olduktan sonra ilk defa iki kisi tatile cikmislar. Kizlarinin dogumunda bebegin dogustan sagir oldugunu ogrenmisler, Shannon isi birakmis tam zamanli cocuklarla ilgilenmeye baslamislar, bebek 6 ay once bir ameliyat olmus kafasinin icine bazi seyler yerlestirmisler kafatasinin disina da bir cihaz takip duyabiliyormus, yazik ameliyattan sonra kizinin ilk duydugu ani anlatti. Ancak duymaya basladiktan sonra konusabilmeye baslamis cocuk (17 aylik su an son 6 aydir ses cikariyormus), ondan once sadece dudaklarini oynatiyormus, oyle konusuluyor saniyormus. Kocasi insaat muhendisi 2 sene once kendi isini kurmus, sanirim iyi gidiyor. Daha once Peace Corpsla Afrikaya gidip orda yasamis (Guney Afrika) bir de beraber Yunanistan'da 3 sene yasamislar.
 Tikal Guatemala'daydi, siniri gecen cok az sayidaki Turkler'den biriydim sanirim, her iki yonde de sinirdaki askerler arasinda cok populer oldum. Tikal'de rehberimiz Louis'di, Louis de baya cenebazdi (Tanistigim Belize erkeklerinin genel ozelligi) surekli Mayalarin ruhaniliginden bahsetti, kendimi Avatar filminde gibi hissettim. Tikal cok yuksekte, bu kadar yuksekte olmasini (sudan uzak) Mayalarin enerji akisina gore yerlesim yeri secmesine bagladi, cunku her taraf su icindeyken o kadar kurak bi yer secmeleri gercekten ilginc (sularini sadece yagmurdan sagliyorlarmis oysa asagisi nehir gol dolu)
Tikal uzerinde biraz okuduktan sonra yazmak istiyorum. Bu arada yuruken yakinlarda yilan oldugunu kokudan anliyormussun, ben de anladim boyle kuflu garip bir koku. Tikal 'a girerken Orta Amerika racoon'u gorduk, acikcasi ben agacta olduklari icin ilk once bunlari maymun sandim. Tabii ki maymun da gorduk, spider monkeys ve howlerlar varmis. Gordugumuz spider tipli olanlardandi, daha once insan gormus olduklarindan cok garip davranmadilar, ama Bali'deki gibi de yavsak degildiler, yine de kaciyorlar insanlardan. Bu arada howlerlari gormedik ama isimlerini hak eden sekilde her yerden seslerini duyduk. Maymunlar ilk insan gorduklerinde, daha once gormemislerse sinir olup ustlerine cis kaka yapiyorlarmis. Guatemala sinirindan Belize sinirina bir cok kucucuk cocuk geciyordu, Belize'de egitim Ingilizce oldugu icin bir cok aile Guatemala'dan cocuklarini Belize okullarina gonderiyormus.
Ertesi gun sabah karsi yagmur ormani dagina yine ayni ciftle tirmandim (hayir onlar bana katilmak istedi, ne program yapalim diye dusunuyorlarmis) ama cok utandim onlar gayet fitken ben surekli nefes nefeseydim, en asagi 7-8 kere dustum, onlar cikarkenki halleri ile geri donerken, ben sanki camur guresinden cikmis gibi dondum. Fiziksel olarak asagida olmak cok sinir bozucu. Sakiz agaci cok var Belize'de, ama Cesme'de olanlarlardan degil, bunlarin da adi, benzer sekilde, chiclet tree. Yapraklari farkli ve yillarca Belize'de insanlar bu agaclara tirmanip sakiz akitip toplayip yurtdisina gondermisler. Hatta bir cok Maya kalintisinin agaclarin tepesinde dolasan bu chicletolar (chiclet agaclarinin tepesinde akan sakizlari toplayan kisiler) tarafindan bulundugu soylentisi var. Zehirli bir kac agac var, govdelerine ve koklerine yururken tirmanirken dokunmamaya dikkat etmek gerekiyor. Ormanda yuruyus yaparken insan stres oluyor, cunku kayip dusmemek icin surekli bir seye tutunuyosun. Rehberimiz Elvis'in elinde hayvan gibi yolu acmak icin kullandigi machete vardi ve ustume dusecek diye korkup durdum.
Sonra yine ayni ciftle san ignacio (kucuk bir kasaba) ya gidip yemek yedik. Kasaba ufacik ama epey buyuk pazari var birsey almadim ben. Pazarda otelde calisan Amerikali bir adam, karisi ve iki cocuguna rastladik. Cocuklardan birini evlat edinmisler, kadin yetohmhanede calisiyormus, cocuk sagirmis, adamin da abisi sagir oldugu icin, isaret dili biliyormus ve cocugu yavas yavas haftasonlari evlerine alip isaret dili ogretmeye baslamislar, sonra cok baglanip evlat edinmisler, evlat edindikleri gun kadin hamile oldugunu ogrenmis, bir de iki yasinda bir kizlari var. Garip geldi cunku kadin Isvecli, adam Amerikali ve burada seve seve yasiyorlarmis, Amerika'da bir gunde yaptigimi(para olarak) burada bir ayda yapiyorum ama cok iyi bir yasam standardimiz var diyor adam.
Otele dondugumuzde ben nehirde kano yapmaya ciktim, cok utaniyorum ki iki bucuk saat boyunca hic kurek cekmedim, tum kurekleri rehber (elvis) cekti, onlarca iguana gorduk, ve onlarca farkli cesit kus, kuslari cekemedim, fotograf makinamin lensi yeterli gelmedi. Elvis agaclardan hayatimda yemedigim degisik bir meyvadan kopardi ( kanonun ustundeyken dallari nehre sarkan meyva agacindan meyva toplamak epey zormus) ondan baya yedim, beni taniyanlar “baya”nin gercekten cok oldugunu bilir. Toucan denilen kusu malezya da kus bahcesinde gormustum, orda da cok ozgurlerdi ama dogal ortaminda gormek cok daha guzeldi, 7-8 tane bir aileydiler, bicir bicir otup durdular birbirlerine ya kavga ettiler ya ciftlesmeye calistilar, hangisi anlayamadim. Kucuk buyuk rengarenk bir suru kus var. Insan sirf onlari seyrederken bile mutlu oluyor. Iguanalarin erkekleri kavunici ve dana kadar, kadinlari gri ve daha kucuk. Ciftlesme mevsimi kasimdaymis ve erkekler daha da kavunicileseceklermis, ne kadar parlak kavunici ve kabarik olursan (dikenleri var sirtlarinda) kucuk gri kadinlar daha cok begeniyormus seni. Toucan disinda gordugum kuslarin ismini unuttum, bir tane sari muhabbet kusu gibi bir kus var, bir tane yine kucucuk mavi bir kus var, iki farkli cesit akbaba var, pelikanin ufagina benzeyen bir kus var, sercenin gogsu kavunici olani var, kirlangiclar var, bembeyaz cok zarif ikili dolasan bir kuslar var, karabataka benzeyen gri ve siyah iki cins kus var. Bir de Elvis in woow dedigi ama adini yine anliyamadigim buyukce bazi kuslar. Elvis nehir daha berrak oldugunda iguanalari tutup elletiyormus turistlere, suyun berrak olmadigina cok sevindim.
Bir de Jesus Christ kertenkelesinden gordum, suyun ustunde yurudugu icin ismi oyleymis. Cok sirindi, baya kafasini kaldirirp su ustunde kosan bir kertenkele.
hava kararirken otele geldim.
Gece bocek turu vardi, ama tarantula yakayip elimde yurutmek cok cekici gelmedi, yuruyus yaparken yuvalarini gordum, 3-7 santim capinda yuvarlak delikler, gece cikiyormuslar o deliklerden. Ormanda yuruyus yaparken bir de vahsi kedi ve fare izleri gorduk. Bu orman fareleri beyaz etli ve cok lezzetliymis, bir cok kisinin favori yiyecegiymis. Guatemala ve Belize'de jaguar yasiyor ama cok az gorunuyormus
Son iki gece odami selale manzarali (ve gurultulu) bir odaya upgrade ettiler, gercekten odam amerikadaki evimden daha buyuk, oda degil zaten evcik gibi bir kabin. Aksamlari odaya donmek biraz korkunc oluyor, odanin icinde isik olsa bile disarda yok ve anahtari sokup acana kadar odum bokuma karisiyor, surekli disardan garip sesler geliyor. Ama yemek yenilen yerden odaya yuruyus ve yemek yenilen yer cok romantik, restoranda sadece mum isigi var aydinlatma olarak, odana ise mesaleler esliginde yuruyorsun. Isik misik yok. Kabinin terasi da gercekten cok romantik, cunku kimse seni gormuyor her kabin komsularindan acaip uzak mustakil ev gibi. Son odanin terasi selale ve ormana bakiyor. Ama bu romantik tum unsurlar bazen korku filmi gibi de hissettirebiliyor.
Guatemala dahil yemek yedigim her yerde yemekler muhtesemdi, cok dozunda baharat ve aci var ve her cesit et ve sebzeyi kullaniyorlar.
Futbolun ne kadar birlestirici bir sey oldugunu dusundum, erkekler arasinda. Her tanistigim belize veya Guatemalili adam, futbol oynadigini soyledi. Angel Turkiye'nin liglerde oldugu icin ne sansli oldugunu soyledi (ne Guatemala ne Belize degilmis ). Elvis 38 yasinda oldugu halde gururla gencecik cocuklara tas cikardigini top oynarken soyledi. Louis Turkiye milli futbol takimini takip ettigini soyledi. Tum dunyada erkeklerin ilgi alaninin futbolda birlesmesi baya sirin bence.
Son tam gunumde ATM yapacaktim (orman ve nehirde saatlerce yuruyup, vardigin cok derin bir magara, magara Maya'lar icin kutsal bir olu mabediymis-daha once gezenler (kendilerini tanimadigim icin cok bir gosterge degil) hayatlarinda yaptiklari en degisik sey oldugunu soylediler) ama yine cok yagmurdan dolayi magara kapaliymis, biraz uzuldum. Sabah alti bucukta kus izleme turuna ciktim. Otelden durbun kiraladim. Rehber de ve otelin sahiplerinde (cameron ve bee) teleskop gibi bir sey vardi. Onlar arada duran bir kus gorduklerinde teleskopu yerlestirip gel sen de bak diyorlardi. O kadar cok rengarenk kus gordum ki. Cok sabir isiymis kus izlemek ama insanin, yani benim, o kuslari uzaktan izlemek pek bir hosuna gitti. Yine lensim yeterli gelmeyecegi icin foto cekmeyi denemedim bile. Ama bir kus vardi ki, fenarbahcenin kanaryasi halt etmis, lacivert ve sari bu kadar uyum icinde olabilir bir yaratigin vucudunda. Albino bir kus bile gordum. Bir de onlari aramiyorduk ama o kadar cok rengarenk cesitli boyutlarda kelebek var ki, bakakaliyorsun. Kus izleme turunu kus izleme kulesine cikarak bitirdik. Epey yuksek tahtadan bir kuleye cikip elinde durbun ve teleskopla ordan izlemeye calisiyorsun kuslari. Elvis ve otel sahibi adam da cok heyecanlandi kulenin tepesinde, cunku bir suru gocmen kus gelmeye baslamis yeni ve bu sene icin ilk gorusleriymis bir suru kusu.
Lodge in sahipleri dun aksam geldi, bir resortlari da Meksika'da varmis. o yuzden bir kac hafta orada, bir kac hafta Belize'de kaliyorlarmis. 35-45 larinda adamla kadin. Yeni bir bebekleri olmus (12 aylik olmustu), surekli bebekle hareket etmek zor oluyormus ama yine de becerebiliyorlarmis.
ATM yapamadigim icin gunumun geri kalaninda Victor diye bir rehber ile bu sefer Carocal diye baska bir Maya kalintisina gittik. Carocal Ispanyolca salyangoz demekmis, cunku her yerde salyangoz kabuklari var, ama orjinal ismi bu degilmis, bu agac kesicileri tarafindan kesfedildikten sonra Ispanyollarin verdigi isimmis. Kalintilar Belize'deydi, yalniz yol cok uzun ve cok sarsiciydi, gercekten icim disima cikti. burasi Tikal kadar etkileyici degildi cunku paralari olmadigi icin cogu kalintiyi cikaramamislar, goruyorsun tepecikler var, ama kazilmasi gerekiyor, yapilarin ortaya cikabilmesi icin. Yine de etkileyici bir suru yapi vardi. Fakat Victor un da anlattiklarina tam inanmadim, iyice okumak gerekiyor. Top oynadiklari sahalari gordum, el ve kafa kullanmak yasakmis, genelde savasi kaybeden tarafin krallari, kazanan tarafi cesur savascilar ile oynatilirmis, gol basketbol potasi gibi bir seye atiliyormus ama pota yatay degil dikey oldugunu dusunun. Kaybeden ya da kazanan olduruluyormus (her iki rehberde kimin olduruldugunden emin degildi, olum onur duyulacak bir sey de olabilirmis, o yuzden kazanan da olduruluyor olabilirmis). Bulunan toplarin icinden kafataslari cikmis (plastik toplar, kaucuk agaclarindan yapiliyormus). En yuksek tapinagin tepesine cikarken kalp krizi geciriyordum (Victor sen cik cik, ben cok ciktim dedi) yine (bu arada bacaklarim uzun zamandir bu kadar titrememisti) tapinagin tepesinden arkada yagmur ormanlarini goruyorsun, dev gibi agaclarin en tepesi el uzanma mesafesinde, en yakin agacta bir maymun ailesi vardi, howler tipi maymunlardan, ben ilk once jaguar sandim bunlari, cunku simsiyahlar ve kedi gibi yuruyorlar dallarda, baya 4 ayakla kuyruklari yukarda, kalbimin hoplamasi gecince onlari seyrettim oturup.
Agaclarin tepelerinde ya termit yuvasi ya karinca yuvasi, ya yaban arisi yuvasi, ya da kus yuvasi var, hic biri bos kalmamis. Bir agacta en fazla bir termit yuvasi olabiliyormus, ama hayvan gibi oluyorlar gorduklerimden 2*2 m olanlar vardi, karinca yuvalarindan bir agacta bir suru olabiliyor, onlar da basket topu buyuklugunde agacin dallarindan sarkiyorlar. Karincalar yapraklari tasiyorlar ama yapraklari yemiyorlarmis, yaprak bunlarin tukurukleri ile karisinca bir mantar uretiyormus o mantari yiyorlarmis. Bir de Caracol yolunda gri tilki gorduk, cok sirindi. Valla victor da mayalar ile ilgili cok sey anlatti ama bana cogunu uyduruyor gibi geldi. Maya kulturunden cok etkilenmedim, Anadolu, Mezopotamya ve Misirdaki uygarliklar cok daha ileri imis bence ayni zamanlarda. Bir de su anki halleri hic hosuma gitmedi, kendi kulturlerini tutmaya calismak icin en ufak bir caba yok. Kim bilir Maya dilini bile batililar cikarmistir geriye. Dilleri, dinleri herseyleri batili olmus ve hic bir sikayetleri yok, baska kulturlerin kendilerini hayatta tutmak icin ne kadar caba sarf ettiklerini dusununce sanki saygimi kaybettim gibi, belki de cok basit dusunuyorum, biraz daha dusunmeye ihtiyacim var bu konuda.
Her taraf portakal tarlasi dolu, muz cok var, hepsi sonradan gelmis. Mayalarin diyeti genelde misir bazliymis, domates , avacado varmis, ve kakao. Vahsi hindi varmis, bir de vahsi inekler varmis yedikleri. Kopek yiyorlarmis, hayir maymunlari yemiyorlarmis cunku onlarin kutsal olduklarina inaniyorlarmis. (burada Louis bir masal anlatmisti uc kere dunyaya gelmekle ilgili, ilk sopa, sonra kil, sonra da tahil tanesi olarak gelmisiz, 2012 tahil tanesi devrinin sonu imis, kil devrinden sonra insanlar maymun olarak dunyaya geri gelmisler bir seyler tam anlamadim) Otelden yanimiza yemek almistik, Victor ile ortu yayip piknik gbi bir sey yaptik, standart uygulama ama ben tek basima oldugum icin biraz komik oldu. Maya rakamlari da biraz Roma rakamlari gibi, 1 nokta demek, 5 yatay cizgi, 20 shell isareti, gerisini ogrenemedim. Ama 6, 7, 13 rakamlari yine Tikal'deki gibi gundeme geldi, ama yine anlayamadim onemlerini. Mayalarin astronomide ne kadar iyi olduklarini ve gunes ve ay tutulmalarini onceden tahmin ettiklerini ogrendim. Tikal Caracol gibi buyuk sehirler birden terk edilmisler ve arkeologlar neden terk edildiklerini bilmiyor acliktan ve susuzluktan oldugunu tahmin ediyorlarmis, o kadar cok buymusler ki, ve verimli toprak elde etmek icin surekli ormanlari yakip durmuslar zaten anlamadigim bir sekilde ulkenin her tarafi su doluyken sudan en uzak yere kurmuslar buyuk sehirlerini. Sonunda da aniden sehirler terk edilmis, halk kucuk kucuk koylere dagilmis. Maya Aztek iliskileri ile ilgili okumak istiyorum, cunku birbirlerine cok yakinlar mesafe olarak.
Belize'e Belize ismi 1970'lerde verilmis, ondan once Ingiliz Honduras'i deniliyormus. Belize ya Afrika dilinden gelmis, Afrika'da oyle bir koy (Angola'da) varmis, kolelerin getirdigi bir isim olabilirmis, ya da Maya'ca camurlu su demekmis ordan gelebilirmis. Halkin yuzde atmisi katolikmis. Onun haricindekiler de evangelist sanirim. Belize Commonwealth ulkelerinden biri, her paralarinin uzerinde Ingiltere Krralicesinin resmi var. Ingiliz askerleri hala burdaymis, her an saldirmaya hazir Guatemala'ya karsi bunlari koruyorlar. Caracol'dan donus yolunda kocaman kocaman bir magaraya gittik, iki tarafi da acikti icinden nehir geciyordu, Maya zamaninda kalmis dolasma merdivenleri vardi her tarafinda, magarayi Mayalarin dogal afetler sirasinda korunmak icin kullandiklari saniliyormus. Rio fro denilen bir selaleler zincirine gittik, normalde insanlar yuzuyorlarmis ama benim icimden gelmedi.
Muz ve muzun bir buyugu var ya adini unuttum plankton diyecegim geliyor, onlarin arasindaki farki ogrendim, muzlar yukariya bakarmis (parmaklari yukari gosterir gibi) digerlerinin meyvalari asagiya bakarmis.
Belize'de seker kamisi fabrikasi varmis (ne kadar para kazanabilirler bilmiyorum, seker kamisi olayi sona ereli cok oluyor) portakal suyu fabrikalari varmis, iki tane aci sos fabrikalari varmis, karides tarlalari varmis, sut urunlerini ve tavuklarin yuzde 90 inini Menonitelar uretiyormus. Tum uretimleri bu kadar, onun disindaki her seyi ithal ediyorlarmis. Iki tane universiteleri varmis, bir tanesi Amerika tarafindan taniniyormus, cocuklar Ingiltere'ye, Kuba'ya. Meksika'ya burs alip universite okumaya gidebiliyorlarmis. Yolda portakal tarlalari disinda tik agaci tarlalari da gordum, benim gordugum tarlalardaki agaclar7-8 yasindalarmis, agaclar yaklasik 25 yasina geldiklerinde kesiyorlarmis ( Bir Tik agaci ciftcisinin hayati hiyar tarlasi ciftcisinden epey farkli olsa gerek)
Belize'in guneyinde jaguar reservi varmis.
Odada pervane var, cok hosuma gidiyor , firil firil
Bugun tam maya kalintlarinin ortasinda fotograf makinamin pili bitiverdi. Kullan at kameralardan almistim onla cektim biraz fotograf.
Gecen gun yemekte cok cok guzel bir taze meyva suyu vardi, karpuz ve portakal suyu karisimi.
Son gece yeni bi cift gelmisti, anne kiz geziye gelmisler beraber. Sirinlerdi cok, anne pimpirikli, kiz asi, kiz 16 yasinda kadin da 55 yasinda falan di sanirim. Beni menajer Jesse'yle cift sandilar, beraber buraya yerlesmisiz sanmislar, cok komikti, Jesse'nin 28 yasinda oldugunu dusunursem honore oldum. Cok cenem dustu son gece ve bir ukala dumbelegiydim, bread fruitin Afrika'da bilincli bir sekilde uretilmesinden, jack fruitin asyada yendigine kadar dumbeleklik yaptim.
Bir uyumusum ki son gece, aksam 8 den sabah 6 ya kadar deliksiz. Ilk defa alarm ile uyandim. Selale sesinin bu kadar guzel ninni gibi gelecegi aklima gelmezdi. Sabah kalktigimda hava yeni aydinlaniyordu, perdeleri kapamadigim icin o kadar guzeldi ki, sanki biri benim yatagimi almis uflemis ormanin icine koymus gibi. yataktan gordugum 270 derece yemyesilin diger gunler acelem oldugundan keyfine varamamisim.
Havaalanina gelmeden 20 dakka once jesse geldi, cabuk gek otoparkta toucan var diye, kostum gercekten de o teleskop gibi seyi de set etmisler, gordum kusu, nehir gezisinde gordugumden farkli bir cins toucan, kocamandi, Belize'in nasyonel kusuymus , keske resmini cekebilseydim. Bu sirada otelin iki tane hayvan gibi kurt kopegi baya ustume saldirdi, isirmadilar ama tirnaklari cizdi. Sonra benim yuzumden yazik ceza aldilar.
Yine beni havaalanina goturmeye Angel geldi, zipline da o kadar titremisim ki biraz dalga gecti benle. Yolda o kadar cok kimsesiz kopek var ki, ama hic kedi yok. Kopekleri arada toplayip toplu halde olduruyorlarmis, kuduz falan olmasin diye. Cok fazla yarasa gordugumu yazdim sanirim nehir gezisinde, kucuklerdi bunlar, turkiyedekiler gibi, bunlar kan icmiyorlarmis, icenlerden de varmis, bunlarin da hayvanlardan et koparan cinsi varmis ama, eti koparip bir dala asiyorlarmis (eti koparirken uyusturuyormus fark etmiyormussun) sinekler toplaninca toplanan sinekleri yiyorlarmis.

Onemli bir ders: nereye gidersen git mutlaka cimbizini al

Salı, Şubat 14, 2012

Kral Leopold ve Yaptiklari ile Ilgili Biraz Yazi

Ermeni soykirimi yazisinda betimsel ahlak yapmak ile elestirildim. Yani onlar bunu yapti, cunku durumlari soyleydi, o zaman baska toplumlarda da bunlar sunlar oldu, ama onlara tepki verilmedi diye vidi vidi yapmis gibi oldum. Oysa normatif ahlakda tek bir dogru var ve o da olmasi gereken. Yani yapilan bir eylemi baska eylemlerle karsilastirarak cok dolayli da olsa ozur bulmak normatif ahlaka uygun degil.

Yine de ayni vidi vidiyi devam ettiriyor olsam da Kral Leopold hakkinda ogrendiklerimi paylasmak istedim. Koloniyel soykirimlar hakkinda okuyuncaya kadar kendisini hakkinda bir sey bilmiyordum. Leopold'un yaptiklarina emperyalist tecavuz deniliyor ki, bence cok yerinde bir tabir.

Leopold 1865'de babasindan tahti devir aliyor ve 1909'daki olumune kadar da Belcika Krali unvanini koruyor. 

1878 de Leopold, Enternasyonel Afrika Dernegi adi altinda bilimsel ve yardimsever kilifli bir organizasyon kuruyor, basina da Henry Stanley diye meshur bir arastirmaci koyuyor. Bu organizasyonun kagit ustunde kurulmasi amaci Afrika'daki yerli halki Arap kole tuccarlarindan korumak ve yerli halki Hristiyanlikla tanistirmak.

 1884'deki Berlin Konferansi'nda (Katilimci ulkeler tarafindan Afrika'nin paylasilmasi konulu bir konferans - 1870 yilindaki Afrika ile 1910 yilindaki Afrika karsilastirildiginda bolgenin sahipliginin neredeyse 100% un el degistirdigini (Yerel Afrikali yonetimden, Avrupali yonetime) gorebiliriz) da Amerika ve diger Avrupa Ulkeleri tarafindan Kongo bolgesinin egemeni ilan ediliyor. Bolgenin adi Kongo Ozgur Bolge olarak kabul goruyor.



Leopold ilk once Kongo'dan fildisi ticaretine giriyor, daha sonra da kaucuk ticaretine. Bu sure zarfinda da Kongo halkina olanlar ise soyle ozetlenebilir:

1884'ten 1924 e kadar nufus 10 milyon azaliyor.

Fildisi ticaretinde umdugunu bulamayan Leopold; Bisiklet tekerleginin ve hemen ardindan araba lastiginin icadindan ve lastige olan talepte inanilmaz artistan sonra  kaucuk ticaretine abaniyor ve bu kaucuklari toplamak icin Kongo halkini kullaniyor. Toplanan kaucuklardan elde edilen  paralar, Ingiliz, Belcikali, Hollandali kaucuk sirketlerine  gidiyor. Halki burada zorunlu isci olarak adlandirmislar, emeklerinin karsiligi bir odeme yok; aksine kaucuk sirketlerinin tuttuklari parali askerler, koy koy gidip koydeki kadinlari ve cocuklari esir aliyorlar ,  koyun erkeklerine de belirli bir  kota veriyorlar. Bu sure zarfinda esir kadinlara tecavuz edilmesi ve ac birakilmalari cok yaygin bir uygulama. Kocalar belirtilen miktarda kaucuk ile donmedikleri takdirde chicotte denilen hippopotom derisi ile yapilan kirbaclar ile dovuluyor ve cocuklarinin elleri kesiliyor. Askerler arasinda kim daha fazla el toplayacak gibi yarislar varmis. Kirbaclanirken olen adamlar, kaucuk toplarken yorgunluktan olenler, kotalarini dolduramadiklari icin silahlarla oldurulenler, askerlerden kacmak icin koylerini terkedip ormanin icinde yasamaya calisanlar, ayaklanmaya calisan koylerin yakilmasi,  bu kosullarda dogum oranlarinin dusmesi hepsi Kongo'nun nufusunu 40 senede 10 milyon dusurmus.

1908 yilinda Leopold insan haklari ihlali ile ilgili gelen enternasyonel baskilarin sonucu olarak,  Congo Ozgur Bolgesinden cekilmek zorunda kalmis, bolgenin adi Belcika Kongo'su olmus.  Yani Kongo, Kralin, Leopold'un, ozel mulku olmaktan cikiyor ve egemenligi Belcika Parlementosuna geciyor. Kongo 1960'da bagimsizligini ilan edene kadar Belcika Kongo'su olarak kaliyor.

Not: Belcikali Yazar Herge'nin 1930'da yazdigi Tin Tin Kongo'da kitabi hakkinda dusuncelerimi ise baska bir zamana sakliyorum ama kitaptan kareler paylasiyorum......